21 Nisan 2015 Salı

Dil Gelişimi

Dil Gelişimi

Dil gelişimi, kelimelerin, sembollerin, sayıların kazanılması, saklanması ve bunların iletişim için kullanılmasının gelişimidir. Dilin sözlü olması konuşma dilini ifade eder.
Çocuk doğduğu günden itibaren konuşma dilini öğrenmeye başlar. Yazı dilinin öğrenilmesi, okul yıllarına kalır. Ancak okul öncesi yıllarda yazı dili, resim dili anlamında ele alınabilir. Çocuk, 1-2 yaşlardan itibaren resimli kitaplarla karşılaştırılırsa, yazı dilinin ilk adımları atılır.
Dil gelişimi ses, sıra (söz dizini) ve anlam olmak üzere üç sistemden oluşur. Çocuğun dili kazanması için, öncelikle ses sisteminin gelişmesi gerekir. Ses, konuşma dilinde anlamı ayırt edici en küçük birimdir (fonem). Bebek ağlama, aksırma, öksürme gibi sesleri doğduğu günden başlayarak çıkarır. 2-25 yaşlarına doğru, tüm sesli ve sessiz fonemleri çıkarabilir. Cümlenin yapısını oluşturan ses gruplarının cümle içinde sıralanması (söz dizini), dilin gramer kurallarını kapsar. Sözcüklerin belirli anlamları ifade etmek üzere kullanılması dilin içeriğine ilişkin boyutudur. Anlam gelişimi, çocuğun sembollerle nesneler arasında nasıl bir ilişki kurduğunu ortaya koyduğundan, zihinsel gelişim düzeyi ile paralellik göstermektedir. Çocuk doğumdan itibaren dili anlama ve konuşmada belli aşamaları aşağıdaki sırada gerçekleştirir.

Ağlama ve Basit Seslerle İletişim (Doğumdan 2. Aya Kadar)

Çocuk hayatın ilk günlerinde ağlama yoluyla tüm dillerdeki sesleri çıkarır. Bu sesler iletişim aracı niteliğindedir. Bebek bu yolla açlığını ifade ettiği gibi giderek gürültü, ışık, altının ıslak olması, bir yerinin ağrıması, pozisyonunun rahat olmaması gibi durumlara da ağlamayla tepki verir. Bebek ilk 3 haftada nedeni belli olmayan yani farklılaşmamış sesler çıkarır. 3. haftadan itibaren nedene göre farklılaşmış sesler çıkarır. Seslerin farklılığına göre bebeğin ne demek istediği anlaşılabilir.




Cıvıldama (Agulama … Gıgıldama) (2-6 Ay)

Bebek 2. aydan itibaren kuş sesine benzeyen cıvıltılı sesler çıkarır. Bu sesler herhangi bir çevre etkisine bağlı olmayan, işitme algısından bağımsız seslerdir. Bu nedenle yetişkinin konuşma seslerinden farklı seslerdir. Bu onun öz eylemidir. Dünyanın her yerindeki bebekler bu dönemde genellikle rahat ve mutlu oldukları zamanlarda bu tür sesler çıkarırlar. Bazı araştırmacılara göre, bu sesler çocuğun ileride çıkaracağı seslerin bir bakıma provası niteliğindedir. Çocuğun bu denemeleri ileride çıkaracağı sesler için gerekli kas uyumunu sağlama ve sesleri tanıma bakımından dil gelişiminin başlangıç evresini oluşturur.




Heceleme (6-12 Ay)

Bebek bu dönemde sesli ve sessiz fonemleri birleştirerek arka arkaya tekrarlar ve böylece “ba- ba- baa”, “de- de- de”, “mem- mem- mem” gibi ritmik hece zincirleri oluşturur. Psiko-linguistik görüşe göre bebeğin hecelemesi aşırı zıtlık ilkesine göre olmaktadır. Bebek sinir sisteminin yapısı nedeniyle ilk yılda birbirine tamamen zıt üniteleri birleştirme eğiliminde olduğundan “k”, “p”, “b”, “m”, “g”, “d”, “h” gibi sessiz fonemlerle, söyleyiş biçimi zıt olan “a”, “u”, “o”, “e” gibi sesli fonemleri birleştirir. Bebek 9. ay civarında önceden yapmış olduğu hece zincirlerinden yararlanarak iki eş heceli birleşimler yapar. Bu hece çiftleri sözcük kurmahnın ilk örnekleri olabilir.

“Ba- ba”, “ma- ma”, “de- de” gibi. İlk bakışta bebeğin amaçsız gibi görünen bu hece çiftleri ödüllendirildiğinde pekişir. Böylece amaçlı hecelere doğru bir gelişme görülür.
Heceleme döneminin sonlarına doğru (10. ayda) bebek “Baba nerede?”, “Çanta nerede?” gibi sorular sorulduğunda aramak için başını çevirir. Bebek artık konuşulan dildeki sözcüklerle uyarıcıları bağdaştırmaya başlamıştır.
Çocuktan çocuğa farklılık görülmekle beraber, bebek yaklaşık 11. ay civarında tek ya da çift heceleri kullanmaya başlar. Bunlar anlamlı olmaları bakımından önceki hecelere göre farklıdır.

Maması verileceğinde “mam- mam” ya da bir yere giderken “baş- baş” gibi sözcükleri jestlerle birleştirerek kullanır.
Heceleme döneminde bebek bazı yasakları anlar.
Örnek;
“Hayır” sözcüğünü işittiğinde bir an için eylemini durdurur. Yetişkinin onaylayıp onaylamadığını sınamak için aynı eyleme girişmeden önce yetişkine bakar.
Bu dönemde cıvıldama döneminden farklı olarak çevresel algılara dayalı olabilecek ses üretimleri söz konusu olduğundan, döneme ilişkin dil özelliklerinin görülmeyişi, sevgi yetersizliği ve ilgisizliğe bağlı bazı dil yetersizliklerinin, işitme kaybının veya zihinsel yetersizliğin habercisi olabilir.



Tek Sözcükle Konuşma (12-18 Ay)

Bebek 1 yaşından itibaren iki heceden oluşan tek sözcükleri kullanmaya başlar. Bu sözcükler bir cümlenin yerine geçer. Çocuğun ilk sözcük dağarcığının büyük bir kısmını “top”, “bebek”, “süt”, “anne”, “baba” “havhav” gibi insan ve nesne isimleri oluşturur. Ayrıca “uf”, “cıs”, “kaka”, “sıcak” gibi niteliklere ilişkin sözcükler kullanılır. İsimler yeterince öğrenildikten sonra bebek “al”, “ver”, “tut” benzeri fiilleri kullanır. Bu dönemdeki sözcükler öncelikle “baş- baş”, “atta” vb. hareketlerle ilgilidir. “Araba”, “kapı”, “köpek” vb. hareket eden nesnelerle ilgili isimleri durgun olanlara göre daha çabuk öğrenir Daha sonra sözcükleri bir insan ya da bir objeye bağlayarak babasının olduğu yerde “baba”, oyuncaklarının olduğu yerde “top” sözcüklerini kullanır. Çocuk daha sonraları sözcükleri isteklerini ve tepkilerini belirtmek için kullanır; örneğin süt içmek istiyorsa “süt”, yapmak istemediği eylemler için “yok”, “hayır” der. Sözcüklerin anlamını kuvvetlendirmek üzere ses iniş- çıkışlarını, jest ve mimikleri de kullanır. Bu dönemde, çocuğun anladığı sözcük sayısı kullandığından daha fazladır. Çocuk nesnelerin biçim ve işlevleri arasında bazı benzerlikler kurarak aynı sözcükle adlandırma yapar; örneğin bütün erkeklere “baba” diyebileceği gibi atabildiği her nesneye de “top” diyebilir. Çocuk bu dönemin sonuna kadar genellikle alıcı durumdadır. İfade etme yeteneği bu dönemden sonra gelişme göstermeye başlar.




İki Sözcükle Konuşma (18-24 Ay)

Bu dönemde çocuk, sözcüklerin birbiri ile ilişkisini kavramaya başladığından, sözcükleri yan yana getirerek farklı anlamlar oluşturmak üzere cümleler kurar. İki sözcüğü yan yana getirirken, cümledeki sözcüklerin sonunda alçalan bir ses tonu ve eşit bir vurgu kullanarak anlamı ifade etmeye çalışır. Bu vurgulamaları kullanarak aynı cümlelerle farklı anlamları oluşturur.
Örnek;
“Baba atta” cümlesinin bir anlamı, “Baba gitti” diğeri, “Baba beni gezmeye götür” olabileceği gibi “Baba gitti mi?” sorusunu da ifade edebilir.
Çocuğun, bu tür iki sözcüklü cümlelerine telgraf konuşması denmektedir. Bu konuşmalarında anlam taşıyan sözcükleri yan yana dizer. Bu konuşmalar çocuğun dili gerçek anlamda kazanmaya başladığının göstergesidir.
Piaget’e göre, çocuk 2 yaşında, duyusal devinim döneminin sonlarında olduğundan, zihin gelişimindeki nesne devamlılığına ilişkin özellikler bu dönemde konuşmaya yansır. “Altında- üstünde”, “orada- burada”, “daha mama”, “süt yok”, “buraya otur”, “cici bebek” gibi çeşitli ilişkileri vurgulayan cümlelerle konuşur. Ayrıca, “O ne?”. “Top nerede?” gibi bazı soru cümleleri kurar.



Anlamlı Konuşma (2-3 Yaş)

Çocuk bu dönemde ikiden fazla sözcükle anlamlı cümleler kurar. Dilbilgisi kurallarını kullanmaya başlayarak, özne, yüklem ve nesne arasındaki fonksiyonel ilişkilere göre konuşur. Cümleler oldukça açık ve anlaşılır olmakla beraber dil kuralları yönünden hatalar görülür. Çoğul ve tekilleri yanlış kullanabilir, “baba benim, bebek aldı” “bakkalcı amca” gibi gereksiz genellemeler yapabilir. Bu dönemde telgraf konuşmaları azalır. Sesli fonemleri söylemede daha başarılıdır. Sessiz fonemleri bazen değiştirerek yanlış söyler. Çikolata yerine “tukulata”, geliyorum yerine “geliyoyum” gibi. Bu gibi yetersizlikler, giderek azalmakla birlikte, 7-8 yaşlarına kadar sürebilir.
Bu dönemde sözcük dağarcığı hızlı artış gösterir ve yaklaşık 400’e ulaşır. Büyüklük ve çokluğu ifade eden “çok, fazla, kocaman, büyük” gibi sözcükleri “az, küçük” gibi sözcüklere göre daha fazla ve doğru kullanırlar.



Basit Cümlelerle Doğru Konuşma (3-4 Yaş)

Bu dönemde ben merkezli konuşmalar görülür. Birkaç çocuk bir aradaysa, birbirlerine kulak vermeden konuşurlar. Bu tarz konuşma, yedi yaşına kadar devam edebilir. Buna “birlikte monologlar” denir. Çocuğun ben merkezli konuşmaları, yalnız başına olduğu sıralarda da görülür. Hayal oyunları oynarken yüksek sesle kendi kendine konuşur. Bu tür konuşmalar dışında, çocuklar birlikteyken birbirlerinin konuşmalarını kendisi ile ilişkisi olmadığı halde tekrarlar.
Ben merkezli konuşmaları süresince çocuklar, bir çok söyleniş ve anlatım hataları yaparlar. Olayları yanlış sıralayabilir, neden sonuç ilişkilerine dikkat etmeden dolaylı ve karmaşık ifadeler kullanabilir. Ben merkezlikten kaynaklanan bu tür hatalara rağmen, dilin temel yapılarını öğrenir, konuşmaları yetişkine benzemeye başlar. Bu dönemdeki dil hatalarının çoğu, genellikle yanlış öğrenmeye ve yeterince olgunlaşmamaya dayalı bebeksi konuşmalardır. Yetişkinlerin bu durumu özendirip pekiştirmesi hatalı konuşmaların uzamasına yol açabilir. Sözcükleri doğru söylemesi için çocuğun zorlanması ise duygusal sorunlara ve kekemeliğe neden olabilir. Bu yaşlarda, anlatmak istediklerinin fazlalığına bağlı olarak konuşurken geçici kekemelik şeklinde bazı tutukluklar görülebilir. Bu durum abartılmadan sevgi ve ilgi dolu doğal bir ortamda atlatılabilir.



Yetişkine Benzer Konuşma (4-5 Yaş)

Bu yaşlarda çocuklarda yetişkinlerinkine benzeyen uzun cümleler görülür. Çocuk iki ya da daha fazla fikri bir cümlede doğru olarak açıklar. Cümlelerinde, bağlaçları, zarfları ve sıfatları uygun biçimde kullanır; “belki, umarım, çünkü gerçekten ve de, ama vb. ” anlatım gücünü artıran sözcüklere yer verir. “Umarım babam beni parka götürecek, çünkü çok istiyorum. ”, “Arkadaşımla parkta ve de evde oynadık. ” vb. cümleler kurar. Bu arada ben merkezli konuşmalar da devam eder. Yerli yersiz ve gelişi güzel bir şekilde çok konuşur. Kendiliğinden sözler uydurur. Genellikle kendini kattığı öykülere ve kendini övücü konuşmalara yer verir. Öykülere ve uyaklı tekerlemelere ilgi duyar. Beğendiği öykünün tekrar tekrar anlatılmasını ister. Dinlediği öyküyü belleğinde kalan sözcüklerle, anlatmaya çalışır, eklemeler yaparak veya sonucu değiştirerek yeni öyküler oluşturur. Bu yaşlardaki çocuklar niçin, nasıl gibi çok fazla soru sorarlar.



Kurallara Uygun Konuşma (5-6 Yaş)

Bu yaşlardaki çocukların konuşmalarında sözcüklerin söylenişi ile ilgili zorluklar ve hatalar büyük ölçüde azalmıştır. Cümleleri daha sistematik ve dilbilgisi yönünden doğrudur. Ben merkezcilik azalmaya başladığından, çocuk konuşmayı etkin şekilde sosyal bir etkileşim aracı olarak kullanır. Yaklaşık 2500-3000 sözcük dağarcığına sahiptir.








Kaynak: http://notoku.com/cocugun-gelisim-ozellikleri/#ixzz3XreNKaQm
NotOku.com'a teşekkürler. 









Bilişsel Gelişim

BİLİŞSEL GELİŞİM


  • Zihin gelişimi, çeşitli zihinsel işlemlerin giderek daha başarılı yapılabilecek şekilde gelişmesidir.
  • Zeka, zihnin bir çok yeteneğinin uyumlu çalışması sonucunda ortaya çıkan bir yetenekler bileşimidir. Zeka; algılama, bellek, dikkat, akıl yürütme ve kavramsal düşünme gibi bir çok yeteneğin uyumlu çalışmasını gerektirir. Bir çocuğun sadece belleğine ya da başka bir özelliğine bakarak zeki veya yetersiz olduğunu söylemek yanlıştır. Zeki insan, yeni durumlara uyabilen kişidir. Zihinsel yönden belli bir düzeyde olan çocuk, farklı zihinsel işlemleri yapabilir. Ancak, farklı zihinsel işlemlerde aynı başarıyı göstermeyebilir.
  • Gardner zeka türlerini, sözel/dilsel, mantıksal/matematiksel, bedensel/devinsel/dokunsal, müziksel/ritmik, görsel/mekansal, içsel/kişisel ve sosyal/kişiler arası olarak sınıflamaktadır. Bir çocuk bu alanlardan bazılarında daha iyi durumda olabilirken diğerlerinde aynı düzeyde olmayabilir.
  1. Dil ile ilgili zekası iyi olan bir çocuk, sözcüklerin kullanımı ve anlaşılmasını gerektiren öykü anlatma, öykü oluşturma, şiir söyleme- dinleme, bir konuyu anlatma gibi etkinliklerde daha başarılıdır. Bu tür etkinlikler yolu ile daha kolay ve kalıcı şekilde öğrenir.
  2. Mantıksal/matematiksel zeka yönünden üst düzeyde olan bir çocuk, matematiksel işlemlerde, olaylar arasındaki neden sonuç ilişkilerini kurma, karşılaştırma ve sınıflandırma gerektiren etkinliklerde başarılıdır.
  3. Bedensel zekası iyi olan çocuk, oyun, dans, spor, araç kullanarak bir şeyler üretme gibi etkinliklere daha çok yönelir ve bunlar aracılığı ile daha etkili öğrenir. 
  4. Müziksel zeka yeteneği, çocuğun şarkı söyleme, müzik dinleme, ritim çalışması vb. müziğe ilişkin etkinliklerle öğrenmesini sağlar.
  5. Görsel zeka, çocuğun resimlerle düşünmesini, olası sonuçları gözünde canlandırmasını, nesneleri göz önüne getirerek tasarlamasını gerektirir. Bu tür zeka yeteneği güçlü olanlar, sanat içerikli olaylardan hoşlanır. Renklere karşı duyarlıdır. Üç boyutlu “yap- boz”larla uğraşmaktan zevk alır.
  6. İçsel zekası kuvvetli olanlar, özgüveni olan, gereksinimlerinin ne olduğunu bilen, yalnız çalışmaktan hoşlanan kişilerdir.
  7. Sosyal zeka ise empatiyi (kendisini başkalarının yerine koyma), insanlarla yüz yüze iletişimi gerektiren zeka yeteneklerini öne çıkarır. Bu yönden güçlü olan çocuklar, grup etkinliklerinde daha başarılıdır.
Okulöncesi eğitimde bir veya iki zeka alanına yönelik programlar uygulanması, bu yönlerden güçlü olmayan çocukların öğrenme işini zevk almadan sürdürmesine, yeterli veya yetersiz yanlarını geliştirememesine neden olur.


Çocuklarda zihin gelişiminin açıklanmasında farklı yaklaşımlar vardır. Bunlardan en yaygın olanları kavram gelişimi ile Piaget’in zihin gelişim kuramıdır ve zihinsel gelişim dönemleridir.





Kavram Gelişimi

Çocukta kavramların gelişimi, nesnelerin gözle görülebilir özelliklerini vurgulayan şekil, renk, boyut, mekan gibi somut kavramlardan hacim, uzaklık, zaman gibi kavramlara doğru bir gelişme gösterir.
- Şekil Kavramı: Nesneleri şekillerine göre ayırdetme ve aralarındaki farkın ne olduğunu kavrama ile gerçekleşir. Bu durumdaki bir çocuk, nesnenin şeklini söyleyebilir. Aynı şekilde olan nesnelere örnekler verebilir. 3 yaşında bir çocuk, yuvarlak, kare, üçgen şekillerini eşleştirebilir. Ancak bu şekiller arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları açıklamada yetersizdir. 6 yaşına kadar benzerlik ve farklılıkları nedenleri ile birlikte açıklama ve nesneleri şekilleri ile adlandırmada hızlı bir gelişme gösterir.
- Renk Kavramı: Çocuk okulöncesi çağda renk kavramı yönünden oldukça hızlı bir gelişim gösterir. 4 yaşlarında ana renkleri birbirinden ayırır ve isimlerini kullanabilir. Renk ve parlaklık farklılıklarını kolaylıkla fark eder.
- Boyut Kavramı: 3-4 yaşlarındaki çocuk, nesneleri büyük- küçük olarak ayırt edebilir. Büyük olanı ayırt etmesi küçük olana göre daha kolaydır. Orta büyüklüğü ayırt etme en son gelişen davranışlardandır.
- Mekan Kavramı: Çocuk, 2. yılın sonlarına doğru altında- üstünde, içinde- dışında, önünde- arkasında gibi mekan ilişkilerini anladığı için konuşmalarında bu tür ifadeler kullanır. Mekan içinde bir nesneyi ekseni etrafında çevirme yeteneği kazanır. Önceleri ters tutulan bir mama şişesini döndürmek için bir çaba harcamazken, 2. yılda emziği kendine gelecek şekilde çevirir. Gene bu yıllarda topu kanepenin altına doğru yuvarlandığında, topu görmese bile gidiş yönüne yönelebilir. Çocuklar ilk olarak bulundukları yerdeki konumlarını, daha sonra nesnelerin kendilerine göre uzaklık ve konumlarını anlamaya başlarlar.
- Nicelik Kavramı: Çocuğun, sayılar arasındaki ilişkiyi kavraması için, sayıların ifade ettiği miktarı ve aralarındaki öncelik- sonralık ilişkilerini kavraması gerekir. Bu düzeydeki çocuk, karmaşık olarak sunulan sayıları 1-2-3-4-5 gibi doğru sıralayabilir veya 1. -2. -3. gibi dereceleyerek sıralayabilir. 4 yaşında, 5’e kadar, 5 yaşında 10’a kadar anlamlı olarak sayar ve 1-5 gibi sayılar arasında toplama ve çıkarma yapabilir.
- Zaman Kavramı: 2-4 yaşları arasındaki çocuk kendisini yakından ilgilendiren günlük etkinlikleri zamanla bağdaştırmaya başlar.
Örnek;
Babasının ve annesinin eve dönüş zamanını akşam, kendisinin okula gidiş saatini ise sabah olarak algılar.
Öncelikle şimdiki zamanı, ikinci olarak geleceği, en son olarak da geçmiş zamanı kavrar. Okulöncesi çocuğu, zamanın sürekliliğini değerlendiremez. Doğum günü geldiğinde bir yaş büyüdüğünü açıklarken hemen o gün gerçekleştiğini düşünür. Yaşça kendinden büyük, ancak doğum günü kendisinden sonra olan arkadaşının küçük olduğunda ısrar eder. Mevsim ve yıl kavramı oluşmamıştır. Kişilerin yaşlarına ilişkin büyüklüğü fiziksel görünüşteki irilikle açıklar.




Piaget Kuramına Göre Zihin Gelişimi

Piaget, zihin gelişimini dönem yaklaşımına göre incelemiş bir kuramcıdır. Piaget’e göre, zeka organizmanın çevreye uyumudur. Gerek organizma, gerekse çevre sürekli değiştiğinden, bu ikisi arasındaki etkileşimler zeka ile geliştirilmek durumundadır. Biyolojik ve çevresel etkilere önem verir. Piaget’e göre zihin gelişimini belirleyen etmenler olgunlaşma, deneyim, toplumsal aktarma, dengelenme ve uyumdur.
- Olgunlaşma: Bireyin kalıtımsal yapısından kaynaklanan özelliklerinin normal gelişim çizgisi içerisinde belli bir sırada yer almasıdır.
– Deneyim: Çocuğun nesne ve olaylarla duyu organları yolu ile bizzat etkileşmesi sonucu kendisinde kalan izlerdir.
– Toplumsal Aktarma: Çocuğun toplumsal çevresinden öğrendikleri yada kendisine aktarılanlardır.
– Dengelenme: Çocuğun yeni karşılaştığı bilgi ve deneyimlerle önceki bilgi ve deneyimleri arasında denge kurmak için yaptığı zihinsel işlemlerdir. Piaget’e göre, özümleme ve uyum arasında bu yolla koordinasyon sağlanır.
– Uyum: Uyum, özümleme ile uyma arasındaki dengelenme sonucu biyolojik yapının çevre ile bağdaşmasıdır. Uyum sayesinde çocuk çevreyi kendi amaçlarına göre bir düzene sokmaya çalışır.

Piaget’e göre uyumun iki yönü vardır. Bunlar özümleme ve düzenlemedir. Özümleme, bireyin kendisinde var olan zihinsel yapılarla çevresine uyumunu sağlayan bir süreçtir. Diğer bir deyişle, çocuğun karşılaştığı yeni bir olayı, fikri, objeyi kendisinde daha önceden var olan zihinsel yapı içine alması sürecidir. Her özümleme uyma olayı ile dengelenir. Uyma ise, çevrenin değişen durumuna göre eski davranış biçiminin değiştirilmesi, var olan yapıların dışarıdan alınan uyarıcılara göre, yeniden şekillendirilmesi sürecidir.




Zihinsel Gelişim Dönemleri

Piaget, zihinsel gelişimi dört temel döneme ayırmış ve bazı dönemleri kendi içinde alt evrelere ayırarak çocukların belli dönemlerde ortak zihinsel özellikler gösterdiğini ortaya koymuştur. Dönemleri belirleyen yaş sınırları, kalıtımsal özellikler ve içinde yaşadığı çevreye göre çocuktan çocuğa farklılıklar gösterebilir. Ancak, bireysel farklılıklara karşın dönemlerin sırası değişmez. Her çocuk, er geç bu dönemlerden geçer. Dönemler birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz. Bir dönemin sonu ile diğer dönemin başlangıcı binişiklik gösterir.

Piaget’e göre, yaşlara göre zihinsel gelişim dönemleri ve özellikleri şunlardır: 1. 0-2 yaş duyuşsal devinim dönemi 2. 2-7 yaş işlem öncesi dönem 3. 7-11 yaş somut işlemler dönemi 4. 11 yaş ve sonrası soyut işlemler dönemi Burada doğrudan okulöncesi dönemle ilişkili olan ilk iki dönemin özellikleri açıklanacaktır.

Duyusal Devinim Dönemi (0-2 Yaş)

Bu dönemde bebek, duyu organları ve vücut hareketleri ile öğrenir. Zekanın görüntüsü hareketlerdir. Bebek, objeleri bütün duyu organları ile algılar ve bütünleştirir. Bu dönem, 6 evreye ayrılmıştır.

Birinci evrede (0-1 ay), bebek refleksleri yoluyla çevresiyle ilişki kurar. Etkin bir şekilde reflekslerini geliştirir.
Bu evrede bebek annesinin memesinin başını öğrenir ve arar.

İkinci evrede (1-4 ay), bebekte kendini inceleme ve tanıma etkinlikleri görülür. Elini ağzına götürmek için gerekli hareket uyumunu kazanır. Bunun için bazı deneyimlere girişir. Bu deneyimler sırasında başarılı hareketlerini ipucu olarak değerlendirir. Sınama- yanılma davranışları içerisinde rastlantısal olarak yakaladığı başarılı bir hareketi sürekli tekrarlar. Buna birinci devresel tepkiler denir. Bu tekrarlar alışkanlık haline gelir. Kucağa alındığında besleneceğini anlayıp, emme hareketine hazır olur. Bu ilkel bir kestirmedir. Baş parmağını diğer parmaklarından ayırarak emer (tanıma özümlemesi). Önceleri tüm parmaklarını ağzına sokmaktadır (işlevsel özümleme). İlk merak işaretleri belirir. Dikkati seçici bir özellik kazanmıştır. İlkel bir taklit tepkisi olarak kendi dağarcığında var olan seslere benzer sesleri tekrarlar. Pasif ümit etme davranışı görülür.
Bebeğin, beşiğine asılan yeni bir oyuncağı fark etmesi ya da hareket eden nesne görme alanından çıktığında bir süre daha o noktaya bakmaya devam etmesi, bu devrede bebeğin merak, dikkat ve ümit etme davranışlarının tipik örnekleridir.

Üçüncü evrede (4-10 ay) ise eşgüdüme dayalı rastlantısal ve tekrarlayan davranışlar görülür. Yatağının başucuna asılan sallanan toplara sürekli vurur. Bu tekrarlanan davranışlar 2. devresel tepkilerdir. Duyu organları ile algıladığı duyumları birleştirir. Hareketlerini yeni durumlara göre düzenler. Biberonu gibi çok iyi tanıdığı nesne karşısında tanıdığını belli eder. Bu tür davranışlar düşünceye doğru atılmış ilk adımlardır ve ilkel bir sınıflandırma belirtisidir. Gözünün önünden kaybolan nesnenin arkasından ısrarla bakar ya da nesneyi hala tutuyormuş gibi duruşunu sürdürür. Böylece nesne devamlılığına (nesnenin yok olmadığı) ilişkin kavram gelişmektedir. Yatağına asılı sesli objelere hızlı ve yavaş vurarak seslerde farklılaşma yaratmaya çalışması ilkel bağıntılar kurduğunu gösterir.

Dördüncü evrede (10-12 ay) bebekte amaçlı davranışlar görülür. Daha önceki evrede gösterdiği tekrarlara dayalı hareketleri düzenleyerek amaca ulaşmak için kullanır. Amaç ve araç ilişkisini keşfetmiştir. Modelin davranışlarını benzer şekilde taklit eder. Önceden anlama (kestirme) davranışları gösterir. Nesnelerin saklanması durumunda nesnenin kaybolmadığını bilir, ancak saklanma yolunu izlediği halde, nesneyi ilk kaybolduğu yerde arar.
Bu devrede bebekte görülen tipik davranış özellikleri:
- Önüne yastık konulmuş bir oyuncağı almak için yastığa vurarak engeli aşmak ister.
- Belli hecelerin tekrarlanmasında hece sayısı artırıldığında, bebek de hecelemeyi artırır. Bu durum sayı kavramıyla ilgili ilkel bir ilişkinin geliştiğini gösterir.
- Annenin dışarı çıkmak üzere ayağa kalktığını gördüğünde ağlar. Sevmediği bir yiyeceği gördüğünde kendisine verilmeden önce ağzını sıkıca kapatır.

Beşinci evrede (12-18 ay) çocuk artık yürümeye başladığından yenilikler peşindedir. Amaca ulaşmak için yeni davranışlar keşfeder.
Masanın üzerinde duran bir şişeyi almak için önünde duran kutuyu döndürür veya iter. İtmenin bir nesne ile yer değiştireceğini sezmektedir.

Üçüncü devresel tepkiler görülür. Buna göre, etrafı keşfetme sırasında eline geçirdiği nesneleri sürekli değişik yönlere atarak farklı sesler ve farklı hareketler oluşturur. Tekrarlanan harekette sürekli değişiklik yarattığından birinci ve ikinci devresel tepkilerden farklıdır. Nesnenin saklanma yolunu izleyebilirse, son kaybolduğu yerde arar.

Altıncı evre (18-24 ay), zihinsel birleştirmeler ve problem çözme dönemidir. Bu dönemde çocuklar problemlere düşünerek çözüm bulmaya başlar; problemlerin çözümü için yeni çözüm yolları bulurlar.
Kısmen açık bırakılmış bir kutunun içimdeki nesneyi çıkarabilmek için kutunun kapağını açmayı düşünebilir. Göz önünde olmayan modelin davranışlarını taklit edebilir. Kaybolan nesnenin kaybolma yolunu izlemese bile yerini kestirebilir.

İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş)

Piaget, bu dönemi sembolik evre ya da kavram öncesi evre (2-4 yaş) ve sezgisel evre (4-7 yaş) olmak üzere iki evreye ayırmıştır.

Sembolik evre ya da kavram öncesi evrede (2-4 yaş) çocuk, gözünün önünde bulunmayan bir nesne, kişi yada olayı temsil eden semboller kullanarak geçmiş ile ilgilenir. Oyuncak araba ya da bunun yerine geçeceğini düşündüğü bir nesneyi gerçekmiş gibi kullanarak sembolik oyun oynar. Bu yolla yetişkinleri, çevredeki olayları, varlıkları taklit eder. Sembolik oyun zihinsel sembollerin ileri fonksiyonudur. Bu bir çeşit ertelenmiş taklittir. Duyusal devinimin sonlarında görülmeye başlayan bu özellik çocuğun zihnindeki görüntüler arasında ilişkiler kurarak kullanması anlamına gelir. Çocuk sembolik oyun yoluyla gerçekte algıladıklarını oyun içinde özümlemektedir.
Bu evredeki çocuk ben merkezlidir, kendini odak olarak görür, başkasının bakış açısını göremez ve kendilerini başkalarının yerine koyamaz. Gerçekleri kendi isteklerine göre değiştirerek akıl yürütür. Tümevarım ya da tümdengelim yollarını yeterli düzeyde kullanamaz. Akıl yürütme yüzeyseldir. Tek yönlü düşünür. Yanlış genellemeler yapabilir. Nesnelerin renk, şekil ya da büyüklük gibi sadece bir özelliğini esas alarak gruplama yapar.

Yuvarlak nesneleri top diye oynayabilir ya da büyük kırmızı elmaları, küçük kırmızı elmaları, büyük yeşil elmaları, küçük yeşil elmaları gruplaması istendiğinde büyüklüğü dikkate almadan kırmızıları ve yeşilleri ayırarak iki grup oluşturur ya da renk boyutuna dikkat etmeden büyük elmalar ve küçük elmalar olarak gruplar.

Çocuk bu dönemde nesnelerin birden fazla özelliği arasındaki benzerliklerin farkına vardığı halde, sembolik düşünmenin etkisi ile nesneleri kendi mantığına göre bir araya getirerek “Köprü yaptım”, “Ağaç yaptım. ” gibi düşünceler öne sürebilir.

Piaget deneylerinden birisinde, çocuğa insanlar, evler, ağaçlar ve hayvanlar gibi oyuncaklar vererek ata benzeyenleri seçmesini istemiştir. Çocuk, bu oyunda bütün hayvanları seçtikten sonra, bir bebek ile iki ağacı da bu gruplamanın içine almıştır.

Nesneleri boylarına göre sıralamada da boy farklılıklarını kısmen anladıkları halde, doğru bir sıralama yapamaz.

Farklı boylardaki çubukları dizerken, uzunluklarına dikkat etmeden sadece üst uçlarını düzenleyerek merdiven yaptıklarını söylemişlerdir.
Korunum ilkesi gelişmemiştir. Korunum ilkesi, her hangi bir nesnenin ya da nesne grubunun, fiziksel biçimi ve mekandaki konumu değiştiğinde nesnenin miktar, hacim ve ağırlık gibi özelliklerinin değişmeyeceği ilkesidir. Görünüşe aldanmadan eşitliğin zihinde korunmasıdır. Aynı sayıdaki nesneler, sıkışık ya da seyrek dizildiğinde uzun olan sıradakilerin daha fazla olduğunu düşünürler. Aynı miktardaki iki bardak sıvının birisi gözünün önünde geniş bardağa boşaltıldığında uzun bardaktakinin fazla olduğunu söylerler. Sayı, ağırlık, hacim kavramları yönünden de başarılı olamazlar.

Sezgisel evrede (4-7 yaş) çocuk, mantık kurallarına uygun düşünme yerine görünüşe aldanarak sezgilerine dayalı akıl yürütür. Her seferinde bir boyut üzerinde durur. Nesnelerin bazen uzunluğuna, bazen de genişliğine göre miktarlarının değiştiğini söyler.
Nesneleri uzunluklarına göre sıralarken ve eşleştirirken sınama yanılma yoluyla başarılıdır. Birebir eşleştirme yolunu kullanır. Ancak, korunum kavramı gelişmemiştir. Aynı miktarda olduğu halde sıkışık ya da seyrek dizilerek nesnelerin fiziksel düzeni değiştirildiğinde çocuk, bazen yoğunluğuna dikkat ederek bazen de uzunluğuna göre miktarın azaldığını veya arttığını söyler.
Henüz üst düzeyde sınıflama yapamaz. Nesneleri, sınıflarken renk şekil boyut gibi belli ölçütleri dikkate alır. Bu evrede, siyah kareler, beyaz kareler, kırmızı halkalar, yeşil halkalar verilip sınıflaması istendiğinde kareler ve halkalardan birer sınıf yaparken bu sınıfların alt sınıflarını da renk ölçütüne göre oluşturur. Bütün ve parça arasındaki ilişkileri kurmada başarısızdırlar. Bu nedenle bir bütün içinden ayrılan parçanın daha büyük olduğunu veya bütün ile parçanın eşit olduğunu düşünebilirler.

Bir vazodaki karışık türdeki çiçeklerden, “Karanfiller mi çok papatyalar mı?” sorusuna, eğer papatyalar çok ise “Papatyalar” diyebilir. Daha sonra, “Vazodaki çiçekler mi çok yoksa papatyalar mı çok?” diye sorulduğunda “Papatyalar çok” diyebilir. Çocuklar bu dönemde nesnenin dikkat çekici özelliğine odaklanmaktadır.

Sayıları ezber yoluyla öğrenirler. Parmaklarını veya başka nesneleri kullanarak sayı sayarken kendine göre en başta olan nesneden başlayarak sayar. Başka bir kısımdan başlatılmak istenirse, saymayı karıştırır. Sayı kavramı henüz nesneye bağlıdır. Bu evrenin en önemli özelliklerinden birisi de işlemlerin tersine çevrilememesidir.

2 + 3 = 5 işlemini tersine çevirerek, 5 … 3 = 2 işlemini yapamazlar. Bunun nedeni, bu dönemdeki çocuğun zihinsel dönüştürme işlemlerini yapamayışıdır.

Güneş, ay, bulut gibi cansız varlıkları canlı gibi düşünür. Doğada bulunan canlı ve cansız nesnelerin insan eliyle yapıldığını zanneder. İnsanlarla bu tür varlıklar arasında ortaklık kurar.

Ayın nasıl büyüdüğü sorulduğunda, insanlar büyüdüğü için büyüdüğünü ve yürüdüğünü söyler.

Çocuğun düşünmesi, fiziksel etkinliğe ve nesnelerin dikkat çeken görünüşüne bağlı olduğundan doğru mantık yürüterek işlem yapamaz. Sonuç olarak bu yaşlardaki çocuklar, duyumlarla elde edilen verilerin ötesine geçemez. Ancak bu dönemin sonlarına doğru somut nesneleri kullanarak işlemler yapabilir. Son yıllarda çocukların, Piaget’in ortaya koyduğu bazı özellikleri daha erken yaşlarda kazandıkları görülmektedir.



Kaynak: http://notoku.com/cocugun-gelisim-ozellikleri/#ixzz3XqpDDqOl
NotOku.com'a teşekkürler. 

31 Mart 2015 Salı

Sosyal Gelişim



Okul Öncesi Çocuklarda Sosyal Gelişim:
Bebeğin kendini fark ederek, diğer insanlarla ilişkiye girmesi ile başlayan sosyal etkileşim süreci, yaşam boyu devam eder. Sosyal gelişim geniş ölçüde bilişsel ve ahlaki gelişim öğeleriyle paralellik gösterir. Diğer bir anlatımla bireyin başka insanlarla üretken ve sağlıklı ilişkiler kurması, bilişsel ve ahlaki akıl yürütme süreciyle yakından ilgilidir.






Bireyin diğer insanlarla uyumlu ve tutarlı ilişkiler kurması için, öncelikle kendisiyle uyumlu ve tutarlı olması gerekir. Bunun için birey, bebeklik döneminden itibaren uygun yaşantısal deneyimler geçirmelidir. Bu durum, kişinin temel gereksinim ve beklentilerinin doğru biçimde karşılanmasına bağlıdır. İlk sosyal temas anneyle kurulur. Dolayısıyla bebeğin gereksinimlerinin anne tarafından karşılanma biçimi (sert ya da yumuşak, az ya da çok duyarlı davranma); sosyal gelişimi geniş ölçüde etkiler. Özellikle 0-1 yaş dönemi çocuklarında temel gereksinim, güvenliktir. Bebek güvenlik gereksinimini gidermek için anneye dokunmak ve onun varlığını, sıcaklığını duyumsamak ister. Bebeğin varlığını sürdürmek için anneye duyduğu gereksinim, onun ilk sosyal ilişkisidir. Bu ilişki yapısı anneye bağımlılık olarak adlandırılır.







Anneye bağlanma güvenli ve güvensiz olmak üzere iki şekilde olur. Güvenli bağlanma da bebeğin gereksinimleri uygun zaman ve yoğunlukta karşılanmıştır. Güvensiz bağlanmada ise anne bebeğin gereksinimlerini belli bir düzenlilik ve tutarlılık içinde karşılamamıştır. Araştırmalar güvenli bağlanan bebeklerin ilerde bireyselleşme, toplumsallaşma ve sosyal uyum becerilerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak temel gereksinimleri (sevgi, kabul görme, açlık, susuzluk) anne tarafından yeterli ve uygun bir biçimde karşılanamayan bebekler, edilgen bir kişilik yapısı geliştirmeye daha yatkındırlar.








2-6 yaş arasındaki ilk çocukluk evresinde çocuk sosyal ilişkinin nasıl kurulduğunu, ev dışındaki insanlarla özellikle kendi yaşıtlarıyla nasıl beraber olunacağını öğrenmeye başlar, uyum ve işbirliği gelişir. İlk çocukluk döneminde çocuğun diğer kimselerle olan çok sayıdaki ilişkisi, onun sosyal gelişimini artırır.
Bu nedenle anaokuluna giden çocuklar, arkadaşlarıyla çok sayıda ilişki kuracaklarından, sosyal faaliyetleri aile ve komşu düzeyinde sınırlı olan çocuklara oranla daha iyi bir toplumsal uyum gösterirler.







Çocukların yetişkinlerden çok, kendi yaşıtlarıyla beraber olma isteklerinin her geçen yıl giderek arttığı gözlenmektedir. 2 yaşına kadar çocuklar yalnız oynarlar 3-4 yaşlarında grup halinde oynamaya, oynarken birbirleriyle konuşmaya ve grup içinde oynamak istediklerini seçmeye meyillidirler. 2 yaş dolaylarında başlayan sorgu çağı, 4 yaşında en yüksek düzeye ulaşır. Bu evrede çocuk “nasıl” ve “niçin” sorularını ısrarla sorar. Anne baba çocuğun sorularını hassasiyetle ele alıp yanıtlamalıdır. İlk çocukluk evresinin düğüm noktasını, aile ve çocuk için “altın yaş” olarak nitelendirilen 5 yaş oluşturur. 5 yaş çocuğu çevresine dostça bir yaklaşım içindedir ve yüksek düzeyde toplumsallaşmış bir birey görünümündedir.








Çocuk gelişiminde en önemli süreçlerden biri toplumsallaşmadır. Sürecin gerçekte doğumdan hemen sonra başlayıp bir insanın yaşamı boyunca sürmesine karşın etkilediği davranışların çoğu ilk çocukluk döneminde özellikle belirgin hale gelir. Bunlar arasında, ana baba-çocuk, çocuk-kardeşler, çocuk-yaşıtlar arası etkileşimler vardır. Çocukların içinde yetiştikleri aile tipi onların yaşayacakları toplumsal ilişki türünü ve sayısını büyük ölçüde belirleyecektir.

Anne babanın birey olarak kişilik özellikleriyle karışmış biçimde aile biriminin yapısı, bir ailenin çocuk yetiştirme yaklaşımını kısmen belirler. Gerçekten birkaç on yılın araştırmaları ana baba davranışının iki temel boyutunun süre giden varlığını desteklemektedir. Bunlardan birincisi olan kabul-ret boyutu, sıcak (kabul edici ya da onaylayıcı) ya da düşmanca (reddedici ya da onaylamayıcı) olabilen ana baba davranışları üzerinde odaklaşır. Sıcak bir ilişki çocukların sorumlu ve kendi kendini denetleyebilir bir kişilik geliştirmelerine yardım eder, düşmanca ilişki ise saldırganlığı destekleme eğilimindedir (Gander ve Gardiner, 2004).






İkinci boyut olan denetim-özerklik boyutu, ana babaların davranış kurallarını yürütmede ne kadar kısıtlayıcı ya da izin verici oldukları üzerinde odaklaşır. Sıkı denetim kullanan ana babalar, genellikle iyi davranışlı, ama oldukça bağımlı çocuklar yetiştirirler. İzin verici ana babalar sokulgan ve atılgan, ama oldukça saldırgan çocuklara sahip olma eğilimindedirler. Diğer bir önemli noktada anne babanın kullandığı disiplin türünden çok, disiplininin tutarlı olup olmamasıdır. Disiplinde tutarlılık çocukların neyi yapıp neyi yapamayacaklarını öğrenmelerini sağlar ve böylece çocuklar daha az engellenme ve incinme duygusu yaşarlar. Ana babalar hangi davranışın kabul edilebilir ve kabul edilemez olduğu konusunda aralarında anlaşarak ve böylesi kurallara uyulup uyulmadığını gözleyerek, çocukların bu toplumsallaşma çabalarına katkıda bulunabilirler.

Çocuğun davranışlarının tutarlı olması, anne babanın davranışlarının tutarlı ve kararlı olmasıyla oldukça yüksek düzeyde ilişkilidir. Bu konuda anne babanın çocuk eğitimi konusunda aynı fikirde olmaları ve ortak bir eğitim yöntemini birlikte uygulamaları, çocuğun değişen durumlara vereceği tepkilerin daha mantıklı ve istendik olmasını sağlayacaktır.


Temel Güven Duygusunun Oluşumu

Bebeğin ilk sosyal ve duygusal ilişkisi, annesi ya da onun yerini tutan kişi ile başlar. Bebeğin fiziksel, sosyal, duygusal gereksinimlerinin doğumdan başlayarak yeterli bir şekilde, düzenli aralıklarla ve süreklilik gösteren bir tutarlılıkla karşılanması güven duygusunun temelini oluşturur. Bebeğin doğduğunda en önemli gereksinimi, fiziksel temas ve sevgidir. Bebek beslenmesi, altının değiştirilmesi ve diğer zamanlarda annesinin sıcaklığını hissetmek ister. Güven duyabileceği ve doyum sağlayabileceği nitelikte ilgi gördüğünde olumlu tepki verir. Buna göre bebek önce yakınındakilere güvenmeyi, buna bağlı olarak ise kendine güvenmeyi öğrenir. Bakım ve ilginin zamanı, süresi önemli olmakla beraber, asıl önemli olan bu süre içerisinde çocuğa gösterilen davranışlardır. Çocuğun ihtiyaçları giderilirken fiziksel temastan kaçınarak mekanik bir şekilde davranma, sevgisiz, sert tavırlar ya da bazen sıcak, sevgi dolu, bazen de aceleci sinirli ve reddedici tavırlar gösterilmesi durumunda bebek bu ilişkiden doyum sağlayamaz. Buna göre bebeğe tam saatinde mamasının verilmesi, her gün banyo yaptırılması, sevgisiz bir şekilde sürdürülüyorsa duygusal güveni için çok yetersiz kalır.





İlk iki yıl, çocuğun duygusal gelişimi için kritik dönemdir. Çocuk bu yıllarda, sevgi ve şefkati soğuk ve gergin davranışlardan çok iyi ayırt eder. Özellikle ilk yıl, sevginin kaynağı olan anne figürü, bir ya da en fazla iki kişi olmalı, bebek bu kişi ile bire bir ilişki içinde bulunmalıdır. Ancak çocuğa sevgi ve yakınlık gösterirken, sürekli kucakta tutularak bağımsızlık çabaları engellenmemelidir. Ayrıca yakındaki tüm kişilerin kucağında sürekli gezdirilerek günlük gereksinimlerinin karşılanma düzeni bozulmamalıdır. Bu gibi durumlar da çocuğun gelişimi için zarar vericidir. Bu yıllarda çocuğun, annesinden uzun süreli ayrı kalması güven duygusunun gelişmesinde olumsuz izler bırakmaktadır.
Bebekliklerinde güven duygusunu geliştirememiş çocukların, ileride aşırı kıskançlık, bencillik, sabırsızlık, saldırganlık gibi antisosyal davranışlar ve duygusal bozukluklar gösterdiği araştırmalarla ortaya konmuştur.






Daha sonraki yıllarda çocuğun güven duygusunun zedelenmemesi, aile içindeki sağlıklı ilişkiler kadar okulda öğretmenin çocuğa değer vermesiyle doğrudan ilişkilidir. Çocuğun olumlu benlik geliştirmesi, sahip olduğu özelliklerin takdir edilmesi ve girişimleriyle desteklenmesiyle sağlanır. Yetişkinler kendilerine olumsuz gelen ve beklentilerine uymayan davranışları nedeniyle çocuğu suçlayıp cezalandırmadan olumlu tavırlar göstermelidir.





Duygusal Gelişim

DUYGUSAL GELİŞİM


Duygu, bireyin iç ve dış dünyadan etkilenmesi sonucunda genel olarak “hoşlanma” ya da “acı duyma” biçiminde beliren tepkilerdir. Bireyin temel gereksinmeleriyle ve onun bir sonucu olan davranışlarla ilgilidir. Duyguları incelemek insan davranışına egemen olmayı kolaylaştırır. Duygunun birdenbire ve şiddetli olanlarına “coşku (heyecan)” denir. Korku, öfke, üzüntü ve sevinç, şiddetli olanlarına da coşku denir. Korku, öfke, üzüntü ve sevinç coşkunun ayrı birer türüdür.
Hoşlanma ve acı duyma duyguları çocukta doğumla birlikte görülür. Yeni doğan çocuğun hoşlanma ve acı duyma duyguları özellikle yıkanırken açık olarak görülür. Alıştıktan sonra ılık suda yıkanırken hoşlanma belirtileri göstermesi bunu kanıtlar.






Çocuk doğumundan sonra ilk tepkisini ağlayarak gösterir. Çocuk altı ıslandığı, üşüdüğü, sancılandığı ve acıktığında, ağlayarak elemini belli etmeye çalışır. İkinci yaşın sonuna doğru elem veren durumlara karşı çocuğun öfkelenmesi belirgin bir duygu olarak ortaya çıkar.1-2 yaşındaki bir çocuğun elindeki oyuncağı alındığı zaman ağladığı, tepindiği, kendini yerlere attığı görülebilir.






Okul öncesi çağı bütün duygu türlerinin ortaya çıktığı çağdır. Öfke, kıskançlık, yabancılara ya da bazı kimselere karşı nefret, inatçılık bu çağda kendini en yoğun biçimiyle gösterir. Aile çevresinin, bu tür duyguların oluşmasında büyük etkisi vardır. Bu yüzden çocuklar arasında oldukça bireysel ayrılıklar görülür.
Çocuk öfke gösterisiyle istediklerini elde etmeyi öğrenince, öfkenin çocukta yerleşmeye başladığı görülür. Sevmediği bir işin yapılması kendisinden istendiğinde, çocuk öfkelenince bundan vazgeçilirse, gelecek kez çocuğun yine öfke yoluyla karşı koyduğu görülür. Böylece çocuk öfkelenmeye koşullanır.





İlk çocukluk çağı, çocuklarda kıskançlığın beslendiği çağdır. İlk çocukluk çağında, ana-babanın ya da yakınlarının yakın ilgisini, kendisinden başkalarına çevirmelerine yönelen bütün davranışları, çocukta kıskançlığın doğmasına ve çevrilen ilginin oranına göre de yeğinleşmesine neden olur.






Çocuk doğuşundan birkaç ay sonra, yüksek seslere ağlayarak tepkide bulunur. Korku davranışlarına benzeyen bu tepki, aslında korku değildir, kendisine elem veren bir duruma karşı yapılan tepkidir. Korku ancak bir yaşından sonra çocuklarda görülmeye başlar. Okul öncesi dönemde, çocukların korkularında farklılaşma ve artmalar görülür. Bu dönemde en sık rastlana korkular arasında, hırsız, hayali yaratıklar, köpek, karanlık, motor gürültüsü, şimşek, ani ses ve yalnız kalma sayılabilir. Çeşitli araştırmalar, genellikle korkuların 6 yaşından 12 yaşına kadar giderek azaldığını göstermektedir. Çocuğun başından geçen olumsuz bir olay veya deneyim, onda bazı korkuların oluşmasına yol açabilir. Tehdit ederek çocuğu yönlendirmeye çalışmak da korkuya neden olan bir başka etkendir. İleri düzeyde yerleşmiş korkular, başarılı bir eğitim yöntemi, çocuğa verilecek sevgi, güven ve kendine güvenme duygusuyla giderilebilir. Korkunun tedavisi uzun süreye gereksinim gösterir. Korkan çocuk korkuları nedeniyle eleştirilmemeli ve alay konusu yapılmamalıdır. Çocuğu korku duyduğu objeyle karşı karşıya getirmeye çalışmak da hatalı bir yöntemdir. Onun korktuğu objeden uzaklaşmasına izin verilmeli ve ona güven duygusu aşılanmalıdır.








Çocuğun ihtiyaçlarının zamanında giderilmemesi, olur olmaz nedenlerle davranışlarının engellenmesi ailenin çocuğa aşırı düşkünlüğü, çocukta saldırganlık duygusunun oluşmasında etkilidir. Ailenin çocukta bu duygunun yatışması için yapması gerekenler:
  • İhtiyaçları zamanında karşılanmalı,
  • Fiziksel cezalar verilmemeli,
  • Var olan enerjisini harcaması için açık hava oyunlarına yöneltilmeli,
  • Güven duygusu geliştirilmeli,
  • Çocuğun karşısında saldırgan davranışlar sergilenmemeli,
  • Kişilerarası olumlu ilişkiler kurması sağlanmalı,
  • Şiddet, saldırı içeren yayınlardan uzak tutulmalıdır.

Çocuğun duygusal yaşamı, yani sevinçleri, öfkeleri, korkuları, zamanla, onun kişilik özelliklerinin temel davranışları olur ya da onlara şekil verir. Çocuğun içinde yaşadığı “sevgi” iklimi, onda “güven” ve “güvensizlik duyguları yaratabilir. Sevildiğini anlayan çocuklarda “güven”, sevilmediğini anlayan çocuklarda da “güvensizlik” duyguları yaratabilir. “Sevgisizlik” duygusu oluşması, genellikle, sevgi ikliminin bir sonucudur. Aile ve okul çevresi böyle bir iklim sağlamalıdır. Kazalardan yahut kötü hareketlerden doğan korku yahut suçluluk duygusu da, çocuğun başarılı bir iş yapmasıyla “kendine güven” duygusuna çevrilebilir.






Çocuk yaşamının duygusal alanı, diğer alanlardan gelen bütün kuvvetlerin yer aldığı bir alandır. Bu nedenle çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal, toplumsal ve ahlaksal alanlarında gösterdiği başarı ve başarısızlıklar, çocuk üzerinde olumlu ve olumsuz etkiler yapmaktadır. Çocuğun aile ve okul ortamında yaşadığı sevgi iklimi, çocuğun duygusal yaşamını geliştirmekte ve o da diğer alanlardaki öğrenme ve gelişme çabalarının başarı ile sonuçlanmasına katkıda bulunmaktadır.